Olimpiyat mı Olimpiyad
mı?
Benim bütün yazılarımda Olimpiyad Oyunları'nı, Olimpiyat değil
Olimpiyad diye yazarım. Zira bu oyunlar, Yunanistan'ın Olimpia yöresinde
her dört yılda bir yapılmış olup, bu dört yıl araya da Olimpiyad denir.
Dünyanın her ülkesinde bu kelime "d" ile yazılırken. nedense
bizde "t" ile yazılmaktadır. Resimde gördüğünüz madalya,
Türkiye Milli Olimpiyad Komitesi tarafından, bu komiteye üye olan kişilerin
otomobillerinin bagaj kısmına üç yerden vida ile tutturulması için verilmiştir.
Gördüğünüz gibi Olimpiyadlar "d" ile yazılmakta. Kim bilir ne
zaman birisi "d" yerine "t" kullanmaya
başlamış ve Türkiye de bu kelimeyi "t" olarak kullanan
tek ülke olmayı becerebilmiştir.
Dopinli mi Değil mi?
Tam
"Bitti" derken, umutlarımızı bağladığımız ve temizliğine inandığımız
bir Dünya Şampiyonu, Olimpiyad Şampiyonu ve hatta bir Dünya Rekortmeni doping
aldığı iddiasıyla itham ediliyor ve bizler de şaşırıyoruz."Acaba, bütün bu
dünya ve Olimpiyad Şampiyonları dopingle mi bu başarılara erişiyorlar?"
diyerek kendi kendimize soruyoruz. Bazılarımız daha da ileri giderek,
"Temiz" diye tanıdığımız bazı şampiyonların doping almalarına rağmen
yakalanmadıklarını iddia ediyorlar. Hangi sporu seviyorsanız sevin, mutlaka
sizin aklınıza da takdir ettiğiniz bazı sporcular için "Acaba?"
diyerek gözünüzün önünde bir soru işareti beliriyor. Metre ve kronometre ile
ölçülebilen yarışmalardan oluşan atletizm de, atletlerin birinci gelmesi
yanında, katıldıkları her yarışmada bir dünya rekoru kırması bekleniyor.Son 30
yıldır, atletizm gerçekten kabiliyetli atletlerin çok para kazanabildikleri ve
sporu bir meslek haline döndürdükleri de görülüyor. Bu duruma göre genç atlet
para kazanmak için her yarışmada birinci gelmek ve ara sıra da olsa, dünya
rekoru kırmak amacıyla yarışıyor. Artık atletizm yarışmalarında, atletler
birbirleriyle değil, sanki anti-doping uzmanlarının bilmedikleri yeni doping
maddeleri bulan ve el altından piyasaya süren laboratuvarlardaki doktorların
arasındaki bir yarış gibi. Herkesin aklına takılan soru,"Acaba atletler
şampiyon olmak için mi, yoksa şampiyonluklarını sürdürmek için doping
alıyorlar?" oluyor.Bazı uzmanlara göre her iki sürede de şampiyon atlet
doping alıyor.
Uluslararası
spor sahalarında doping olayı ilk kez 1960 Roma Olimpiyadları'nda ortaya
çıkmıştı.Bir Danimarkalı bisikletçinin yarış sırasında ölmesi basında
"Güneş çarpmış" diye yorumlanmıştı.Şampiyon olmak için atletler
zamanında dopingle yetinmemişler ve Press adlı iki Rus kız kardeş 1960'larda
katıldıkları Olimpiyadlar'da 80 metre engelli ve atmalarda altın madalyaları
toplamışlar ve durumları biraz şüpheli göründüğünden sex test'ine tabi
tutulacaklarını öğrenince de, "Aldığımız madalyalar bize yeter, biz emekli
oluyoruz" diyerek atletizm sahalarından çekilmişlerdi.
Başka
bir doping ithamı,1972 Münih ve 1976 Montreal Olimpiyadları'nda 5.000 ve 10.000
metrelerde ikişer altın madalya kazanan Finlandiyalı atlet Lasse Viren için
ortaya atılmıştı. Viren, Münih'deki 10.000 metre finalinde yarışın ortasında
düşmesine rağmen ayağa kalkmış, yarışa devam etmiş ve önündekileri geçerek
yarışı kazanmış bir de dünya rekoru kırmıştı. Viren bununla da kalmadı ve
birkaç gün sonra 5.000 metreyi de
kolayca
kazandı.
Viren'in
bu başarısı Münih'e kazanmak için gelmiş diğer ülke atletlerinin hoşuna gitmedi
ve koştuğu ayakkabıların üzerindeki markayı televizyon kameralarının önünde
sergileyen ve 100 milyonlarca kişi önünde bu ayakkabı markasının reklamını
yapan Viren'in bu tutumu basında epey tenkit edildi ve bazı kişiler Viren'in
"Kan dopingi" yaptığını iddia etmekten kaçınmadılar. İddiaya göre
Viren, yarışmalardan çok önce kendinden alınan kanı donduruyor ve yarışmalar
öncesi sistemine tekrar sokarak kanında daha fazla oksijen olmasını sağlıyordu.
Viren
hakkındaki bu ithamlar pek uzun sürmedi. Zira Viren, 1972-76 arasında hiç bir
önemli yarışta başarılı olamadı. Ama, 1976 Montreal Oyunları'nda ,Viren yine
bazılarının hayret, bazılarının takdir ve pek çok kişinin de şüpheli bakışları
karşısında 5.000 ve 10.000 metre koşularında birer tane daha altın madalyayı
kazanıverdi. Doğal olarak, "Kan dopingi" ithamı gene ortalarda
dolaştı ama pek inanan olmadı.
Sen
de mi Johnson?
Atletizmdeki
asıl doping olayı 1988 Seoul'da yaşandı. Kanadalı sprinter Ben Johnson, bir yıl
önceki dünya şampiyonasında sergilediği başarıyı burada da gösterdi ve rakibi
Amerikalı Carl Lewis'i ikinci kez geçmekle kalmadı ve kendine ait dünya
rekorunu yeniledi. Johnson'ın koştuğu derece 9.79 gibi adeta inanılmaz bir
rekordu. Yarışın son 20 metresinde, Carl Lewis iki kez sağına bakıp Johnson'ın
nasıl kendini bu kadar arkada bırakabileceği sorusunu kendine soruyordu. Yarış
bitince tüm stadyum ayağa kalktı. Başta Ben Johnson, tüm stadyum
sevinçliydi.Tek kişinin suratı asıktı ve bunun adı da Carl Lewis idi. Lewis
surat asmakla kalmadı yarış sonrası gazetecilere bazı atletlerin dopingle
koştuklarını anlattı. Lewis isim vermiyordu. Ama, herkes anladı ki Lewis
Johnson'ı itham ediyordu. Basın toplantısında bulunan biz gazeteciler Lewis'in
bu ithamlarını sportmenliğe yakıştırmaktık ve kendisini kınadık.
Ama,
Lewis haklıydı.Zira yarış bitiminden 36 saat sonra Ben Johnson'ın doping aldığı
açıklandı, altın madalyası alınıp Lewis'e verildi ve bir dünya rekoru daha
kitaplara geçmeden uçtu ve gitti.
Ben
Johnson'ın atletizm hayatı söndü.Carl Lewis daha sonraları 100 metrede bir
dünya rekoru kırmakla kalmayıp 1984,1988,1992 ve 1996 Olimpiyadları'nda uzun
atlamada dört altın madalya sahibi olarak dünya spor tarihinde yerini aldı.
Ama, hepimizin suçladığı Ben Johnson'ı geçerek Seoul'da herkesin takdirini
kazanan Lewis hakkında bu olaydan 15 yıl sonra bir kitap yazan takımın doktoru,
Seoul Olimpiyadları'nda yarışan atletlerin dopingli olarak sahaya çıktıklarını
ve bunlardan bazılarının 16 madalya kazandığını itiraf etti. Satırlar arasını
okumasını bilenler bu 16 madalyanın birkaç tanesini kazanan Lewis'inde dopingli
olduğunu bildi. Ama, aradan uzun yıllar geçmiş, olaylar unutulmuş, iyiler ve
kötüler birbirine karıştırılmıştı.
Doping
Kokusu
Bu
yılın başında yapılan bir yarışmada 100 metrede Olimpiyad ve Dünya Şampiyonu
olan Amerikalı Justin Gatlin'in Jamaikalı sprint yıldızı Asafa Powell'ın
9.77'lik dünya rekorunu egale etmesiyle atletizm severler adeta havaya
sıçradılar. Bu mesafede de birbirine eşit ve girdikleri her yarışta dünya
rekorunu tehdit edebilecek iki kabiliyeti birkaç kez görebileceklerini umdular.
Bu arada Gatlin, sıcak ve samimi ifadeleriyle BBC televizyonunda dünyaya hitap
ederek, sporun temiz olmasını ve dopingsiz koşulmasını isteyen bir konuşma
yaptı ve seyredenlerin hepsini de inandırdı. Ama, birkaç hafta sonra Nisan ayı
içinde yapılan bir doping test'inde Justin'in dopingli çıktığı açıklandı ve bu
sporu seveleri bir kez daha şaşırttı.
Genel
de seyirci, geçmiş zamanlarda bir yarışmaya giderken rakiplerin birbirleriyle
çekişeceklerini ve o gün formda olanın galip gelmesini seyredeceğini biliyordu.
Ama son 25 yıldır, bir atletizm yarışmasına giden atletizm-sever, yarışanların
arasında mutlaka birilerinin veya hepsinin dopingli olabileceğini düşünüyor.
Yukarıda değindiğim gibi, atletizm sahalarında artık atletler değil, sanki yeni
doping ilaçlarını bulan laboratuvarlar birbirleriyle yarışıyorlar.Dünyada
doping olayına verilen önem Seoul Olimpiyadları'ndan sonra epey yoğunlaştı.
Anti-doping kuruluşları hemen hemen her önemli yarışmada hazır bulunuyorlar ve
yıl içinde belirli düzeylere erişmiş atletlere,önceden haber vermeden ve sabah
akşam demeden gidip idrar test'i yapıyorlar.Hatılayacağınız gibi Süreyya Ayhan
ve Yücel Kop, ansızın gelen IAAF yetkilileri ile tartışmışlar ve idrar örneği
vermede direndikleri için Süreyya iki yıllık boykot cezasına çarptırılmıştı.
Peki,
Dünya Rekorları ?
Seoul'dan
önce epey gevşek olan doping kontrollerinden sıyrılmış olan bazı atletlerin
kırdıkları dünya rekorlarının bazılarının bugün dahi yanına yaklaşılamıyor.
Bayanlarda 100 metreden 800 metreye kadar olan rekorlar hala kırılamamış
durumda. Erkeklerde gülle ve disk atmada yeni bir rekortmen hala ortada yok.
Seoul'dan sonra kırılan bazı dünya rekorlarının sahiplerinin de doping
test'inde yakalanamayan şanslı kişiler olduğu kanısı da hala ortalarda
geziniyor.
Bu
arada, IAAF işi çok daha ciddi tutarak dopingli atlet kadar onun antrenörü ve
yarışmaları yöneten menejerinin de sorumlu tutulması ve doping bulunduğu
takdirde onların da cezalandırılması konusunda bir karar almış durumda. Aslına
bakılırsa, doping alan atletlerin hepsini yakalamak imkansız. Şansı olmayanlar
yakalanıyor, şanslılar da rekor kırıp, para kazanmaya devap
ediyorlar.--Yakalanıncaya kadar!
Bütün
bunlara rağmen bir müddet sonra IAAF'ın bu çok zor işi bırakıp doping
alınmasına izin vereceği günlerin gelmesi de başka bir ihtimal.Bakalım
kovalayan yorulacak ve kaçan'ı kovalamaktan vazgeçecek mi?